Dr. Senai Demirci
CİSED İstanbul Şube Başkanı
Tereza, görünüşü hiç çekici olmayan, hayli kilolu, kaba-saba bir Polonyalı kadın. Buna rağmen bir sevgili var: Adı Boles. Tereza, sevgilisine sık sık mektuplar yazar; daha doğrusu yazdırır. Okuma yazması yoktur çünkü. Bunun için komşu dairede oturan üniversite öğrencisinden yardım alır. Kırık dökük ama içten, pek incelikli olmasa da derinden bir aşkın habercisi olan aşk ifadeleri söyler sevgilisi Boles’e. Fakat zamanla, kadının hasret dolu ifadeleri bir tür hayal kırıklığına dönüşür, araya nazla da olsa sitem cümleleri sızmaya başlar. “Sevgili Boles’im, bi’tanem, neden bu mahzun kumruna cevap vermiyorsun?” Üniversiteli genç, kadının haline bakıp bu sorunun cevabını çoktan bilen biri olarak için için gülerek ve muhtemelen Terez’ya acıyarak yazar mektupları.
Bir gün üniversiteli gence şaşırtıcı bir teklifte bulunur Tereza. Ondan, bu defa, sevgilisi Boles’ten kendisine mektuplar yazmasını ister. Bu defa genç, uzaklarda bir yerlerde, bu kaba-saba kadının mektuplarını bıkkınlıkla okuduğunu ya da hiç açmadan bir kenara bıraktığını hayal ettiği Boles’in aslında bir hayal ürünü olduğunu anlar. Kadının da itiraf ettiği gibi, Boles diye biri hiç yoktur gerçekte ve kadın olmasını istediği birine yazdırmaktadır mektupları. Yalvarırcasına yeni isteğini de yerine getirmesini ister delikanlıdan: “Boles’e yazdırdığım mektupları başkalarına okutup dinliyorum. O zaman, Boles varmış gibi geliyor bana... Bir de Boles’ten bana bir mektup yazarsanız onun varlığına hepten inanacağım, yaşamak benim için müthiş güzel olacak.”
Üniversiteli genç ilk bakışta anlam veremediği bu “hayal-aşk”a saygı duyar, kaba-saba görüntüsü altında aşk için sakladığı temiz bir kalp taşıyan Polonyalı kadının isteğini yerine getirir. O günden sonra, Tereza’dan Boles’e, Boles’ten Tereza’ya ateşli aşk mektupları gider gelir. Tereza, Boles’ten gelen her mektupu göz yaşları içinde dinler; minnettarlığının ifadesi olarak üniversiteli gencin çamaşırlarını yıkar, söküklerini diker.
Bu garip hikâyeyi, çiftler arası ilişkiler bağlamında, yıllar önce de aktarmıştım. O vakitler cep telefonları bu kadar yaygın değildi. Olanları da ‘akıllı’ değildi. Şu meşhur twitter henüz cıvıldamaya başlamamıştı. Gerçek ilişkilerin yerini alacak, sanal sılamız facebook şantiye halindeydi. Elimizin altında inleyip durmuyorud whatsapp.
Şimdi sanki gerçek çiftler, bu iletişim ortamlarında, ellerinden hiç düşürmedikleri cep telefonlarıyla, kucaklarından indirmedikleri tabletleriyle, ‘varmış gibi’ nice dosta, nice sevgiliye vakit ayırıyorlar da, yanı başında nefes alan evladıyla, eşiyle, dostuyla, arkadaşıyla konuşmuyor. Öyle ki ‘whatsapp’tan mesaj gönderen, yanımıza kadar gelip bizimle olmayı göze alandan daha öncelikle…
Olur da, olursa bir gün Boles, gerçekleşirse, sahiden gelirse, ‘varmış gibi’ yapan Boles kadar muteber olmayacak. Kapıdan içeriye girdiğinde, gözümüzü cep telefonundan ayırmayacağız. Diyeceğiz ki Boles’e: “Niye varsın öyle, ayıp değil mi? Bir de karşımdasın ve nefes alıyorsun, çok oluyorsun ama…”