İnsanın biyolojik ve zihinsel yapısı epigenetik bir açılımla bir süreci takip etmektedir. Bu süreç hem biyolojik manada hem de zihinsel anlamda ilkellikten daha gelişmiş bir düzeye sürüp gitmektedir. Basit olan gittikçe karmaşıklaşmakta ve kompleks yapılar oluşmaktadır. Ruhsal aygıtın oluşmasında da bu sürecin gelişimini adım adım izlemeye çalıştık. Yapının ana parçalarının tamamlanmasıyla birlikte entegre olmuş bir ruhsal sistem devreye girmektedir. Bunu fabrikada parçaları birleştirilmiş bir otomobile benzetebiliriz. Otomobil üretim bandından çıkıp trafiğe girme aşamasına gelmiştir. Trafikte bu aracın ne amaçla ne şeklide kullanılacağını bu aracı kullanan sürücü belirleyecektir. Sürücü bu güzel aracı güzel ve olumlu yerlere götürebileceği gibi kötü ve olumsuz yerlere de götürebilir. Sürücünün ruhsal yapısı, gelişmişlik düzeyi, eğitimi bunu belirleyen etken olacaktır. Böyle bir bağlamda biyolojik ve zihinsel gelişimimizin tam olduğunu varsayarsak bu yapıda olan birisi dünyaya nasıl bakacaktır. Dünyaya bakış tarzı, dünyayla ilişkisi ahlâki anlamda ya ilkel bir seviyede olacak ya da olgun bir özellik arzedecektir. İnsan ilişkilerinde etik olarak en ilkel tavır haset duygusudur. En olgun tavır ise şükran duygusudur. Bu duyguların nasıl geliştiği ve nasıl oluştuğu ve nasıl evrimleştiğini aşağıda belirtmek istiyorum.
1. Haset
İnsanoğlu temelde eğilim olarak güzelliği, başarıyı, zenginliği, mutluluğu ve refahı ister. Genel eğilim bu yöndedir. Herhangi bir birey yaşadığı dünyada etrafındaki kişi kurum ve nesnelere baktığında onlarla ilgili iç dünyasında bir takım yansımalar hisseder. Dış dünyadaki diğer bireylerin, kurumların veya nesnelerin güzellikleri yakalaması, başarıya ulaşması, mutluluğu hissetmesi durumunda birey içinde bir daralma ve sıkıntı hisseder. Bu, haset duygusunun ta kendisidir. Günlük yaşantımıza bir projektör tutacak olursak etrafımızdaki olayları bu bağlamda nasıl algıladığımızı idrak edebiliriz. Sabahleyin kahvaltımızı yapıp evimizden çıktığımızda, otoparkta arabamıza binerken, yanda komşumuzun yeni alınmış otomobilini görebiliriz. Bizim eski otomobilimizin yanında yepyeni son model duran bu otomobil bizde bir takım duygular çağrıştırır. Yıllardır birlikte yaşadığımız komşumuzun nihayet özlediği böyle bir otomobile sahip olması ve bizim otomobilimizin hala eski modelde kalması içimizde bir bunaltı, bir sıkıntı, bir daralma oluşturabilir. Bu bir haset duygusudur. Komşumuzun oğlu üniversite sınavlarına girmiş, yüksek başarı elde etmiştir. Bizim oğlumuz sınavı kaybetmiştir. Aynı duygular yine daralma şeklinde gelmişse biz haset duyguları içindeyizdir. Yani haset, dış dünyada bizim dışımızdaki, bizim uzantımız olmayan nesnelerin dışındaki bireylerin, kurumların elde ettiği her türlü güzelliğe karşı hissettiğimiz negatif duygudur. Bu güzelliklerin, başarıların, mutlulukların hiç biri orda olmamalıdır.
Haset duygusu bazen açık ve net olarak kendini hissettirirken bazen de üstü örtük bir şekilde kendini gündeme getirebilir. Oturduğumuz koltuğumuzdan seyrettiğimiz televizyonda hayatın birçok kesitinden çeşitli görüntüler önümüzden akıp gitmektedir. Başkalarının zavallılıkları, acizlikleri, başarısızlıkları, mutsuzlukları bize keyif verirken birilerin başarısı, mutluluğu, refahı, zenginliği, kalbimizi burmakta ve içimizi daraltmaktadır. İçimizde, dayanamadığımız bu acıyı hafifletmek için bir şekilde haset edilen kişi veya nesneye karşı çamur atma süreci başlar. Mutlaka bir kusur bulma mecburiyetini hissederiz. Birisi genç yaşta başarılı bir iş adamı olmuştur. Bunun karşısında biz bunaltı ve sıkıntı hissetmekteyiz. Bu genç iş adamına karşı ruhumuzu rahatlatmak için hemen çamur atmaya başlarız. Bu genç iş adamı mutlaka yasal olmayan yollardan para kazanmıştır. Allah bilir uyuşturucu ticareti yapmaktadır. Gariban insanları dolandırmıştır, devlete vergi ödememiştir vs. şeklindeki suçlamalar, bir dizi halinde zihnimizden akıp gider. Haset duygularımız nedeniyle bu başarıya ruhumuz tahammül edememektedir. Ruhumuzun dengeye gelebilmesi için karşı tarafı kirletme ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.
Üniversite sınavlarında derece yapmış bir gencin konuşmasını izlerken haset duyguları içeren diğer genç, karşı tarafa çamur atmaktan kendini alamaz: 'Benim şartlarımda olsaydı acaba başarılı olabilir miydi? Benim gibi zorlukların içinden gelseydi bu başarıyı gösterebilir miydi? Mutlaka şansı yaver gitmiştir. Zaten iyilere Allah yardım etmez' diyerek kendini teselli etmektedir.
Hanımların haset duyguları daha çok diğer hanımların güzellikleri üzerinedir. Ruhsal gelişim evresinde haset düzeyinde kalmış bir hanım kendisinden daha güzel bulduğu hanımlara karşı müthiş bir haset duygusu hisseder. Bu tip hanımların güzel hanımlara karşı çoğu kez beddua ettiklerini ve kötü niyet beslediklerini çoğu zaman müşahede etmişizdir.
Bireyin kendi içinde ulaşmak isteyip de ulaşamadığı her türlü nesne, bir başkasının elinde veya gücünde ise haset duygusu saldırganlığa dönüşür. Kendinde olmayanı tahrip etme, yok etme temel istektir. Güzel hanımın yüzünün bozulacağı, bacağının kırılacağı, kilo alıp şişmanlayacağı hayali, isteği haset duygulu hanımı rahatlatır. Komşusunun yeni model arabasına hasetle bakan birisi arabanın kaza yapmasını bekler. Haset duygusu çok yoğunsa arabayı çizmeye hatta kendi arabasıyla sürtmeye dahi teşebbüs edebilir. Haset duyguları içindeki bazı gençlerin lüks otomobillerin kapılarını çizmeleri, armalarını kırmaları, restoran, hotel ve kamuya açık yerlerdeki eşyaları tahrip etmeleri bu haset duygusunun uzantısından başka bir şey değildir.
Haset, güzeli yok etmeye yönelir. Güzel başka yerde olamaz, olmamalıdır. Güzel, ancak haset eden kişide varsa güzeldir ve doğrudur. İnsan haset duygusuyla kardeşine, ailesine, hatta çocuğuna karşı dahi düşmanca hisler besleyebilir. İnsanoğlunun en ilkel, en gayri ahlâki duygusu belki de haset duygusudur. Haset hisleriyle dolu insan, hayatını bir cenderede geçiren, her anını hırs ve öfkeyle yaşayan, içinde huzuru ve dinginliği bulamayan ilkel bir varlıktır. Sosyal yapılara baktığımızda dinlerde ve etik değer yargılarında haset duygusunun en başta lanetlendiği ve gayri ahlaki bir duygu olduğu ortak bir tavır olarak tespit edilmektedir. Bir bebeğin dilinden haset, kendini besleyen, doyuran, bitmek bilmeyen bir memenin kendinde olmamasına karşı duyulan duygudur. Bebek, kaynağı kendinde olmayan memeyi yok etmek ister, tahrip etmek ister, ısırmak ister. Yok etmek istediği meme kendisinin hayat kaynağıdır, varlık sebebidir. Ama bunu idrakten acizdir. Hasetli insanın açmazı da bu noktadadır. Yok etmeye çalıştığı, tahrip etmeye yöneldiği, çamur atarak kirlettiği güzel nesne, kendisinin hayattaki varlık nedenidir. O güzellikleri, başarıları, mutlulukları, zenginlikleri dünyadan çektiğinizde geriye yaşanamayacak bir dünya kalır.
Haset duygusu psikolojik açıdan değerlendirildiğinde; etrafında mutlu ve huzurlu insanlar gördüğünde bundan bunaltı duyan hasetli insanın temel görevi, çevresindeki bu insanların mutluluğuna ve huzuruna bir şekilde ket vurmak, çomak sokmaktır. Genellikle bunu başarılı bir şekilde ortaya koyarlar. Güzel bir atmosfer içinde, birlikte geçirilen bir zaman diliminde herkes mutlu iken haset duygulu birilerinin iç daralmaları artar. İç sıkıntıları, dayanabileceği eşiğin üzerine çıkar. Bu durumda haset sahibi birey bir şekilde ortamı dinamitleyerek herkesin huzurunu bozmayı başarır. Çamur atılmış, problem çıkartılmış, sıkıntı yaratılmış ve herkes mutsuz edilmiştir. Hasetli birey amacına ulaşmıştır. Artık gönlü rahattır.
2. Açgözlülük
En ilkel ruhsal seviye olan haset duygusu olgunlaşma yönünde bir mertebe kat ederse aç gözlülük seviyesine ulaşır. Aç gözlülüğü bir bebeğin dünyasında tanımlayacak olursak; bebek annesinin memesine büyük bir arzuyla sarılarak memedeki sütün tamamını almaya çalışır. Doyumsuz bir emme isteği vardır. Akan memeyi son damlasına kadar, yani kurutana kadar içe almak ister. Öbür tarafta hiçbir şey kalmamalıdır. Bebeğin memeyi yok etmek gibi bir gayreti yani hasedi yoktur ama karşı tarafta hiçbir şey kalmamalı, hepsi kendi tarafına geçmelidir. Doyduğu halde hala emmeye devam eden, soluksuz bir şekilde emmeye çalışan çocuklar için açgözlü tabiri de yaygın olarak kullanılır. Ne kadar doyumsuz bebek denir. Yaşın ilerlemesiyle birlikte bu doyumsuzluk hali daha sonra hayatın her alanına yayılabilir. Hedeflenen nesneler tamamen ele geçirilmelidir. Hepsi aç gözlü olan bireyin olmalıdır, başkalarının ona ulaşması engellenmelidir. Başkası onu almamalıdır. En güzel o olmalıdır. En varlıklı o olmalıdır. En bilgili, en kahraman o olmalıdır. İyi ve güzel olarak bilinen, maddi ve manevi her şey onun olmalıdır, başkalarında hiçbir şey kalmamalıdır. Bu nesneleri ele geçirebilmek için aç gözlü birey çılgınca çabalar harcar, yanıp tutuşur, sanki bir aşk acısı çekmektedir.
Kızlarıma oyuncak aldığımda her birine ayrı ayrı birer oyuncak getiririm. Oyuncak paketi açılırken oyuncak paketine ikisi birden saldırır; güçlü olan abla genellikle paketi kapar. İsteği, oyuncakların tamamının kendine ait olmasıdır. Benim bakışlarım sayesinde bunun mümkün olmadığını algılar, hemen ardından paketi açtığında kendince güzel olan, kaliteli olan oyuncağı seçer ve diğerini öfke ile kardeşinin önüne fırlatır. Bu davranış, tipik bir aç gözlülük örneğidir. Herkesin aç gözlü olduğu bazı ruhsal alanları mevcuttur. Bu durum, çeşitli dürtülerin tatmini ile ilgilidir. Bu dürtü cinsel dürtü olabilir, yemek dürtüsü olabilir, bilgilenme dürtüsü olabilir, mal mülk edinme dürtüsü olabilir veya yakışıklılık ve güzellik dürtüsü olabilir ya da başarı dürtüsü olabilir.
Borderline kişilik örgütlenmesi içinde olan hastamla birlikte çalışmalarımızı sürdürüyordum. Hastam benimle güzel bir işbirliğine girmiş, benim söylediğim her bilgiyi büyük bir dikkatle kavramaya çalışıyordu. Kavrama yeteneği ve algılaması yüksek olan bu hastam her sözüme dikkat ediyor, bu bilgileri zihninde canlı tutuyordu. Ardından yeni bilgilere ulaşmak için yoğun soru bombardımanına maruz kaldım. Her sorulan soruya cevap verdikçe peşinden yeni sorular geliyor, doymak bilmez bir şekilde soğurulduğumu hissediyordum. Hemen ardından muayenehanemde psikoloji ile ilgili ne kadar kitap varsa listesini çıkardı. Maddi imkânları müsait olduğundan bu kitapların hepsini satın alarak kitaplığına kattı. Bu şekilde benim bilgi kaynağımı kendi iç dünyasına almış oldu. Günün birinde terapi esnasında yeni bir bilgi ile ilgili olarak konuşurken bu bilgi kaynağının hangi kitapta olduğunu sordu. Ben de: "Filan kitapta bu konuyla ilgili daha detaylı malumat var" dedim. "Ama bu kitap sizin ofisinizde yok ki" dedi. Ben de "bu kitap evdeki kütüphanemde" dedim. Bir anda, o anda konuşulan mevzu devre dışı kalarak evimdeki kütüphane ile ilgilenmeye başladı. Evimde kaç kitap vardı, hangileri psikolojiyle ilintiliydi. Bu kitapların isim listesini ona verip veremeyeceğimi sordu. Bu kitapların çoğunun piyasada bulunmadığını belirttim. O zaman onların fotokopisini çekip çekemeyeceğimi sordu. Bu sürecin tamamen bir aç gözlülük olduğunu, bendeki bilgi kaynağını tamamen emme isteğinden kaynaklandığını, bu açgözlülüğünün farkına vararak bu ilgi ve alakasını durdurması gerektiğini söyleyerek terapi sürecine devam ettim.
Bazı bireyler alışverişe bazen sadece küçük bir ihtiyaç için çıkarlar. Ancak alacağı nesnelerle karşılaştığında o nesnelerin hepsini alma dürtüsü iç dünyasında yoğun bir hâkimiyet kurar. Eve geldiğinde hiç de ihtiyacı olmadığı onlarca nesneyi almış, çok miktarda para harcamıştır. Market dönüşlerinde gereğinden fazla alınan gıda maddeleri, kıyafetler, mağazalardan alınan elbiseler aç gözlülük yapısının birer uzantısı olabilir. Bazı bilim adamları bilimsel çalışmalarda yoğun bir açgözlülük ortaya koyabilir. Her türlü bilgiyi mutlaka içselleştirmelidir. Onun haberdar olmadığı hiçbir bilgi kalmamalıdır. Açgözlülük duygusu bilimsel literatürü içselleştirme alanında tezahür etmiştir. En küçük boyutta bir mağaza girişinde, gidilen bir misafirlikte ikram edilen bir şeker, bir meyve veya küçük bir hediye kişiyi tahrik eder. Açgözlülük içerisinde olan şahıs o nesneden alabildiğince çok alma mecburiyetinde hisseder kendini. Bu dürtüyü kontrol edemez. Çoğu zaman etrafımızda bu tip bireylerin açgözlü davranışlarını seyrederiz.
Psikolojik anlamda açgözlülük seviyesinde takılı kalmış bir ruhsal yapı, sosyal ilişkilerde ciddi sıkıntılar doğurup kişinin toplumsal huzurunu bozar, bireysel mutluluğunu engeller. Hedeflediği nesnelere ulaşamayan dürtüler, kişiye büyük bir sıkıntı verir. Bu dürtülere ulaştığında da yaptığı şeyin anlamsızlığını fark edebilir. Bu da ayrı bir sıkıntı kaynağıdır.
3. Kıskançlık
Ruhsal gelişim evrelerinin üçüncüsü kıskançlık evresidir. Haset duygusunu aşmış, aç gözlülüğü geçmiş bir birey daha olgun bir mertebe olan kıskançlık evresine ulaşmıştır. Bu durumdaki bir birey güzeli tahrip etmek, yok etmek veya kirletmek gibi bir duygu hissetmez. Açgözlülükte olduğu gibi bütün nesnenin kendisine ait olmasını, karşısındakine hiç bir şeyin kalmamasını arzulamaz. İstediği şey, başkasında olanın aynısının kendisinde olmasıdır. Komşusu kadar varlıklı, komşusu kadar başarılı, komşusu kadar yakışıklı, komşusu kadar huzurlu olmak ister.
Kendi dışındaki bir birey bir varlığa erişmiş, bir imkâna kavuşmuş, bir güzelliği yakalamışsa kişi bu durumda sıkıntı hisseder. Bu sıkıntının ortadan kaldırılabilmesi için diğer bireyin ele geçirdiği nesnelerin mutlaka ele geçirilmesi gerekir. Ele geçirilemediği sürece kişi bunaltı ve sıkıntı hisseder. Bu da kişiye dayanılmaz bir acı verir. Böyle bir yarışın da sonu yoktur. Her zaman etrafımızda bizden daha başarılı, daha varlıklı, daha şöhretli, daha bilgili, daha genç, daha yakışıklı, daha güzel insanlar olacaktır. Eşin bir başkasından kıskanılması anlamındaki kıskançlık ile burada kastedilen kıskançlık farklı şeylerdir. Eşle ilgili hissedilen kıskançlık yansıtma savunma düzeneğinin bir sonucu iken buradaki kıskançlık ruhsal olgunlaşma seviyesinin bu aşamasında hissedilen duygudur.
Kıskançlık duygusu zaman zaman kendisini açık ve net bir şekilde hissettirirken zaman zaman üstü örtük bir şekilde ortaya çıkar. Klinik çalışma ortamımızda birçok arkadaşımız, samimi bir şekilde çevresindeki insanları nasıl kıskandıklarını, nasıl acı hissettiklerini ve nasıl daraldıklarını bize aktarmaktadırlar. Kişi bu duygularının yanlış, gayri ahlâki olduğunun ve kendini bu duygudan kurtarması gerektiğinin idraki içindedir. Ve bu konuda bizden yardım talep etmektedir. Bazı bireylerde ise kıskançlık duyguları örtük bir şekilde yaşanmaktadır. Israrlı bir şekilde hiç kıskanç olmadığını ve asla böyle bir şeyi kendisine yakıştıramadıklarını iddia etmektedirler. Ancak olaylara bakış tarzını incelediğimizde yoğun bir kıskançlık içinde olduğunu görmekteyiz. Bir takım aklileştirme düzenekleriyle kıskançlık nedeniyle talep ettikleri bir takım dürtülerini perdelemektedirler. Bir şeyler istemekte, bir şeylere yönelmektedirler; ancak bunu bir takım gerekçeler nedeniyle yapmak istemektedirler. Olayın arka planına baktığımızda gizliden gizliye yaşanan rekabet ve kıskançlıklar kişiyi böyle bir talebe yöneltmektedir. Bu da üstü örtülü kıskançlık duygusudur.
4. Şükran
Bir anne çocuğu ile ilgilenirken çocuğunun mutluluğundan keyif alır. Çocuğunun mutlu bir şekilde oynaması, keyifli bir şekilde gülmesi, doğal olan hareketleri anneye büyük bir keyif verir. Anne çocuğun üzerinde, onu gölge gibi takip ederek onun gelişip serpilmesini arzu eder. Çocuk çişiyle, kakasıyla, rahatsızlıklarıyla ya da gece uyandırmalarıyla birçok problem yaratır. Tüm bu problemlere rağmen anne büyük bir arzu ve istekle çocuğun bakıcılığına devam eder. Bunun karşılığında çocuğundan hiçbir şey beklemez. Çocuğu mutlu ve huzurlu oldukça büyük bir keyif ve dinginlik hisseder. Bu, şükran hissinin en saf ve yalın halidir. Hiçbir karşılık beklemeden vericiliğinden keyif alma halidir. Başkasının yaşadığı mutluluk, huzur ve keyif halinden mutlu olmaktır. Dışarıdaki güzellik kimde ve nasıl olursa olsun bireye huzur vermektedir. Çocuğuna karşı hissettiği bu duyguları yaygınlaştırıp tüm dünyaya karşı hissedebiliyorsa bu durum olgunluğun doruk noktasıdır. Yani birey şükran hisleriyle tam manasıyla dolmuştur.
Yukarıda bahsetmiş olduğumuz haset, açgözlülük ve kıskançlık evrelerinde anlatmış olduğumuz tüm vaka örneklerinde birey, başkalarının güzelliğini, zenginliğini, başarısını, mutluluğunu ya da huzurunu fark ettikçe sıkıntı yerine büyük bir keyif hissetmektedir. Sanki tüm dünya, tüm evren onun uzantısı gibidir. Bir çiçeğin sağlıklı büyümesi ona keyif vermekte, bir gencin birinciliği onu mutlu etmekte ve komşusunun yıllardır arzuladığı arabaya kavuşması onu sevindirmektedir. Tam tersi yönde diğer bireylerin bunaltı ve sıkıntıya düşmesi, çaresizlik ve hüzün yaşaması onu da aynı şekilde mutsuzluğa sürüklemekte ve kederlendirmektedir.
Bu duyguların ötesinde insanlara, kurumlara ve nesnelere hiçbir karşılık beklemeden yardım etmek, doğal olarak vermek, verdiğinden de keyif almak hali şükran duygusunun en son aşamasıdır. Varlıklı bir insan varlığını ihtiyaç sahiplerine rahatlıkla dağıtabilmekte, bundan narsistçe bir tatmin değil şükran duygularıyla bir mutluluk hissetmekte, bir bilim adamı bilgisini ihtiyaç sahibi herkesle paylaşmakta, paylaştıkça içinde mutluluk ve huzur hissetmekte, bir takım varlıkları ele geçirmiş insanlar bu varlıkları başkalarıyla rahatlıkla paylaşabilmekte, arabasıyla, eşyasıyla imkânıyla, arazisiyle veya bahçesiyle bunları paylaştıkça bir keyif hali yaşamaktadır. Bunlar da şükran hislerinin açık göstergesidir.
Bu manada şükran hislerine ulaşmış bir kimlik ve kişilik tam manasıyla olgunluğa ermiş, birçok ruhsal rahatsızlıklara karşı panzehir geliştirmiş bir bireydir. Hayatı olduğu gibi kabul etmiş, başkalarının mutluluklarıyla keyiflenebilen, daha kötü durumda olanlara elinden geldiğince yardım etmeye çalışan bir anlayışa sahip olmuştur. Travmalar, acılar, yaslar, başarısızlıklar, maddi veya manevi kayıplar böyle bir bireyi yıkamaz. Böyle bir birey rasyonel olarak hayatın ona önerdiği tüm gerekleri yerine getirmiş, elinden geleni yapmış ama sonucu da içtenlikle kabul edebilmiş bir bireydir. Gerekeni yaptıktan sonra ruhsal bir teslimiyet, bir tevekkül hali içindedir. Sonuçların beklediğinin tersine çıkması onu yıkmaz ya da üzmez. Yeni bir arzu ve iştiyakla, yeni bir yaratıcı güçle varoluşunu sürdürmeye gayret eder.
Kaynaklar:
-Uz.Dr.Tahir ÖZAKKAŞ - Bütüncül Psikoterapi